22 Haziran 2015 Pazartesi

Ne İzlemeli: A Single Man

Son zamanlarda beni oldukça fazla etkileyen bir filmden bahsetmek istiyorum, hatta o kadar çok etkilendim ki ilk "Ne İzlemeli" bölümümün konusu yapmaya karar verdim.

A Single Man, adından da anlayabileceğiniz üzere yalnız, bekar ve gay bir adamın hikayesini anlatıyor. Başrolündeki (her ne kadar yandaki afişte Julianne Moore'un da adı yazsa da) Colin Firth üniversitede İngiliz Edebiyatı profesörü rolünde ve bu rolü o kadar iyi yapıyor ki zaten afişte görebileceğiniz üzere filme en iyi aktör dalında ödül kazandırmış kendisi. (Ayrıca, yaşında göre hayli çekici olduğunu da eklemeliyim :) )

Konuya geçmeden önce son olarak söylemek istediğim şey, filmi izlerken her sahnenin özenle çekilmiş birer sanat eseri olduğu izlenimine kapılıyorsunuz, çok rahat bir şekilde söyleyebilirim ki her bir sahneyi alıp çerçeveleyebilirsiniz. Filmi izledikten sonra sanat direktörünün ve yönetmenin kim olduğunu araştırayım demiştim ki, sorumun cevabını fazlasıyla aldım: Tom Ford.

Evet, parfümlerinin çok beğendiğim, giyilebilecek şeylerine ise sadece yaşlı gözlerle bakabildiğim bu karizmatik abimiz yönetmenlik/sanat direktörlüğü işinde de Akademi ödüllü 40 yıllık yönetmenlerden bile iyi olabildiğini gösteriyor. Sanırım her konuda bolca yeteneğe sahip, insan ötesi bir varlık kendisi. (Diğeri için bkz. Xavier Dolan)

Filmde küçük de olsa Jon Kortajarena da bir role sahip
Film hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum. (Söyleyeceğim şeyler spoiler sayılır mı emin değilim  ancak eğer bu filmi izlemeye karar verdiyseniz ne olur ne olmaz, yazının devamını okumayın) George, yani Colin Firth, daha önce de bahsettiğim gibi orta yaşlarında ve bir üniversitede İngiliz Edebiyatı profesörü. Yaşında göre filmde de çevresindeki insanlar tarafından oldukça yakışıklı ve ilgi çekici ancak üzgün biri olarak gösteriliyor.

George, yıllar önce tanıştığı sevgilisini, daha doğrusu aşkını, kötü bir trafik kazasında kaybediyor. Filmin en başından itibaren onu yalnız ve mutsuz bir adam olarak izliyoruz. Sahneler ilerledikçe siz de onun mutsuzluğu ve geçmişe özlemi içerisinde boğuluyorsunuz.

Jim, George'dan yaşça biraz daha ufak 16 yıllık sevgilisi
George'un kalbinin kırıklığını, sahneler boyunca değişmeyen donuk mimiklerinden anlayabiliyorsunuz. Ancak bu sefer biraz daha farklı. Daha fazla bu acıya katlanmak istemediği he halinden belli. Okuldaki masasını boşaltıyor, silahını yanına alıyor, en yakın arkadaşına son bir akşam yemeği için gidiyor. O denli mutsuz ki, kendini öldürmek istiyor. Bu noktada siz yalnızca üzülüyorsunuz.

Filmin genelinde Jim ile yaşadıkları bize Flashback'ler olarak yansıtılıyor. Neredeyse her bir farklı sahnede farklı ve yeni bir flashback ile karşılaşıyoruz. Bu sahnelerde geçen bir konuşma gerek daha önceki sahnelerin hissettirdikleri, gerekse yaşadıklarımdan ötürü beni çok etkiledi ve bunu paylaşmak istiyorum:

The only thing that has made the whole thing worthwhile has been those few times that I was able to truly connect with another person.  /  Bütün bu şeyi yaşamaya değer kılan tek şey, başka bir insan ile sayılı kez kurabildiğim gerçek bağlar olmuştur.

Filmde en çok sevdiğim karakterlerden biri, nedense kanım çok çabuk ısındı.
Daha fazla spoiler verip keyfinizi kaçırmak istemiyorum. Film çekimler, konu ve senaryo bakımından oldukça başarılı ve gay filmleri arasında (ki çok fazla seçenek yok) benim için ilk üç arasında. Tom Ford'un kişiliği bu filme biraz yansımış, filmin başından sonuna kadar izleyeceğiniz yapıtın erkek vücuduna bir övgü olduğunu göreceksiniz. Ayrıca, Jim ve George'un 16 yıllık hikayesi size o kadar gerçekçi gelecek ki.

Daha fazla spoiler yok, izlemenizi şiddetle öneririm. Ve bu kelimelerle ilk "Ne İzlemeli" yazımın da sonuna gelmiş oluyorum. Kendinize iyi bakın :)