9 Haziran 2014 Pazartesi

Yaşın Gelmesinin Hikayesi - 1

Bir önceki yazımda Blogger'a geri döndüğümü ve sıkça yazacağımı söylemiştim. Bütün bir senenin nasıl geçtiğini, nasıl yükseldiğimi sanarken dibe vurduğumu ve sonra birden kendimi toparladığımdan bahsetmiştim. Toparlanmamda yardımcı olan en önemli şey, çizgisiz kalın kapaklı bir deftere kendi el yazımla bütün bunları hikayeye dönüştürmekti. Bütün bir seneyi yazamadım elbette, ama yazabildiklerimi sizinle paylaşmak istiyorum.

Bölümlere ayrılmış bu ufak hikaye orjinalinde de böyle. Daha fazla yazamayacağımı düşündüğümde uygun bir sonla hepsini bitirdim. Sonra yeni bir bölümden yeniden başladım. Bu okuyacağınız ilk bölüm, 2013 yaz tatilinin bitmesi ve yaşadığım şehre geri dönmemle başlıyor. Bölümde hiçbir olay yok, sadece düşüncelerim. Her şey başlamadan önceki düşünce yapımı aktarıyorum.

Kısa bir ön bilgi vermem gerekirse; daha önce öykünün geçtiği gün daha önce kimseyle öpüşmemiştim bile. Hatta 'gay' olduğumu kabullenme konusunu henüz yeni yeni aşıyordum. Bir arkadaş sayesinde bütün bu 'işlere' nasıl gireceğimi öğrendim. Ayrıca, hikâyenin eşcinsel olmayan insanlara hitap ettiğini de aklınızdan çıkarmayın. Bunu, özellikle bana en kötü anlarımda çok yardımcı olan bir insan için yazdım - ileride ondan da bahsedeceğim.

Hikaye boyunca isimleri, mekanları ve size nerede bulunduğum hakkında bir fikir verecek şeyleri değiştirdim. Ama geri kalan her şey aynı. Son olarak okumaya karar vermeden defterimin de en başında yazdığı şeyi hiç değiştirmeden yazıyorum:  Bazıları hikâyemin ilgi çekici olmadığını söylüyor. Onları suçlayamam. İçimde bastırmaya çalıştığım bir ses var ve sadece beynimin içine rastgele yerleştirilmiş düşünceleri kelimelere aktardığımda kendi sessizliğimde huzur bulabiliyorum ve işte bu yüzden, yazıyorum.

1

Otobüsün camları güneş ışığına karşı mercek görevi görüyordu. Yeterince ince ve açık giyinmiş olmama rağmen bir karınca gibi ısıdan kıvranıyordum. Ancak pek umursadığım söylenemezdi çünkü kavrulan derimin altındaki midem –büyük ihtimalle heyecandan- bedenime daha kuvvetli ve zevkli bir his yayıyordu: Kelebekler.

Sabırsızlıkla dışarıyı seyrediyordum. Ağustos’un sonu olmasına rağmen hava hâlâ temmuz ortasındaymışçasına sıcak ve nemliydi. Bu yüzden otobüsün cehennem sıcağı camının ardındaki göl benden uzaklaştıkça soluklaşan ve en sonunda kaybolan pürüzsüz, ipek bir kumaş gibi görünüyordu. 

Normalde evimin bulunması gereken yer gölden de pürüzsüz ve beton bir duvar kadar opak bir nem tabakasının arkasına saklanmıştı. Diğer insanların hiçbir şey görememesinin aksine ben, bu kırık beyaz renkli perdenin ardından evimi seçebiliyordum. Gözlerimi kapattığımda evimin güzel, çizgileri çok renkli ve parlak ışıklardan oluşma izdüşümü gözkapaklarımın içini yakıyordu. Vücudumun yürüyen bir ölüden farkı olmasının nedeni ruhum, ona gerçekten inanıldığında gerçekleşmesi olanaksız şeyleri dahi bir şekilde gerçekleştiriyordu.

Son bir ayda hayatımın ne kadar değiştiğini düşündüm. Eskiden etraflarında mutlu olduğumu düşündüğüm arkadaşlarımın hepsi artık aynı gün içerisinde saat ilerledikçe gittikçe silikleşen ve en sonunda hatırda izini tamamen kaybettiren rüyalar gibiydi. Çevremdeki insanlar büyük bir hızla değişmişti, tıpkı bir dalganın kıyıya vurup çekildiğinde yüzeydeki her şeyin değişmesi gibi.

Yazın başında tatil bitip de senelerimin dokuz ayını içinde yaşayarak geçirdiğim şehre geri döndüğümde hayatımın eskisinden de sıkıcı olacağını düşünüyordum. Bedenimin etrafındaki iki metre çapında camdan bir balonu ve içindekileri koruyabilmek uğruna ördüğüm duvarlar ve kurduğum yalan imparatorlukları teker teker yıkıldığı için neredeyse tamamen yalnız kalmıştım.

Bu geçmişte yaşanmış bir durumdu ve fazla uzun sürmeden sona ermişti. Artık istediğim türden arkadaşlara –çünkü eğer çevrenizdeki insanlar istediğiniz gibi değillerse de kendinizi yalnız hissedersiniz– ve bir sevgiliye sahiptim. Henüz sevgilimle hiç yüzyüze görüşmemiştik, ancak telefondan duyduğum kadarıyla sesi oldukça karizmatikti ve iki yabancı dili şaşılacak derecede iyi konuşabiliyordı. Ancak bunlar, şu an onunla buluşmaya gitmemin ne ilk ne de ikinci nedeni olabilecek değerde değildi: Sevgilim olarak adlandırdığım bu erkek, Burak, Amerika’ya –rüyaların bizim için gerçek olduğu tek ülkeye- gidecekti ve onunla birlikte ben de gidecektim.

Daha önce hiç istediğim türden bir sevgilim de olmadığı için, bu konuda kendimi daima yalnız hissetmiştim. Şansım yazın başında talihsiz bir şekilde her yaz gittiğim sahil şehrine gitmeden birkaç gün önce, biraz da kendi ağzımı tutamamam sayesinde yıllardır aradığım türden bir arkadaşla tanışmamla değişmişti ve bu arkadaş da beni yıllardır aradığım türden olduğunu düşündüğüm bir sevgiliyle tanıştırmıştı.

Açıklamama izin verin, ancak ben bunları anlatırken ön yargılarınız doğrultusunda davranmayacağınıza ve her ihtimale karşı midenizin konuşma yetinizi ele geçirmesine izin vermeyeceğize söz verin. Bu tip bir konuşma başlangıcı –deneyimle sabit- ben ve benim gibi tüm insanların, diğer insanlara kendileri için en değerli ve en tehlikeli sırlarını anlatmaya karar verdiklerindeki türden bir konuşma başlangıcıdır. İşte tam olarak bu yüzden, ben de bir örnekle içinde bulunduğum durumu izâh etmeden önce böyle bir konuşma başlangıcı yapmamın uygun olacağını düşündüm.

İlk kez kelebekleri hissettikten sonra, sürekli yeniden hissetmeye çalıştım. Benim kelebeklerimin geldiği yer, kendilerini 'normal' olarak tanımlayan insanlarınkinden çok daha farklıydı.
Ve bütün bu anların geneli - belki de en güçlüsünün adıdır kelebekler. Midenizden bütün bedeninize bir dalga halinde anlık bir hızla yayılır. Kollardan dirseklere, dirseklerden bileklere, bileklerden parmak boğumlarına dayanır ve etle tırnağın birleştiği noktadan –bu sırada size daha önce hiç deneyimlemediğiniz bir şeymiş gibi gelen- havaya karışır.Kelebekler dünya üzerinde pek çok farklı kavram için bir metafor olarak kullanılır. Bazıları beyin yıkamak gibi, biraz sonra bahsedeceğim konuyla alakası olmayan türden kavramlardır. Bazı diğerleri ise siz fark etmeden beyninizin en saklı, en güvenli bölümlerine kazıdığı anlarınızdır. Birinin gözünün içine baktığınızda gördükleriniz, kazara birisinin eline dokunduğunuzda vücudunuzda hissettiğiniz tepkiler, zihninizde birisinin sınırsızca dolaşmasına izin verdiğiniz anda göğüs kafesinizin içerisinde bir yerden damarlarınıza pompalanan tatlı ısıdır bu anlar.


İlk kelebeklerimi bir erkek sayesinde hissettim. Adı bende saklı olan bu erkeğin daima yanında ve yakınında olmak isterdim. Gözlerim daima onu arardı ve eğer o benimle bir kez olsun konuşsaydı onun için her şeyi yapabileceğimi, hatta tıpkı ruhumun benim için yaptığı gibi gerçekleşmesi olanaksız olan şeyleri dahi gerçekleştirebileceğimi bilirdim. İşte, kelebekler aşkı imgelerdi! Ben bir erkektim ve kelebekler aşkı imgelerdi.

2 yorum:

  1. Betimlemeler şahane olmuş... Okurken sanki anlattığın anı yaşıyor gibi hissetim... Gerçekten tebrikler... :)

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil